Sevgi ve Lezzet Dolu: ‘Kibrit Kutusu’
Kadıköy semti nedendir bilinmez, İstanbul’un diğer semtlerinden hep bir tık daha huzur verici ve sakinliğiyle kendini ön plana çıkaran yer olmuştur. Bu neden belki Barış Manço’nun Moda’ya verdiği huzurdandır, belki Cemal Süreya izleriyle dolu sokaklara sahip olmasındandır…
Boğa’dan Bahariye Caddesi’ni yavaş adımlarla tırmanırken, ilk sol sokak olan Ali Suavi Sokağı’na girdiğinizde de kendinizi mutlu hissediyorsunuz. El emeğini, insanlara sunan çeşitli sanatçıların stantlarını da geçtikten sonra Kibrit Kutusu diye, şirin mi şirin bir mekân karşılıyor sizi cumbalı bir binanın ikinci katında. Giriş kat merdivenlerinden yukarıya doğru çıktıkça içinizi bir heyecan sarıyor, zili çalıyorsunuz… Evet, Kibrit Kutusu’nda usül böyle, tıpkı misafirliğe gidiyormuş gibi, zili çalıyorsunuz ve sizi tüm güler yüzlülüğüyle çalışanları, “ev sahibi”ymiş gibi karşılıyor.
Bu kafeye ilk gelişim değil. Bir hafta sonu kahvaltısında tesadüfen kapılarını çalmış, sonra da çıkmak bilmemiştik. O zaman da kahvaltımız hazırlanırken, kahvaltılıkların neredeyse tamamının yöresel olduğunu, şarküteri ürünlerini çok zorda kalmadıkça kullanmadıklarını cep telefonumdan internete girerek ufak bir araştırmayla öğrenmiştim. Biraz damak tadınız varsa, biraz standardın dışında bir şeyler arıyorsanız burası tam size göre! Özellikle Havran’dan getirttikleri o kahvaltılık sosu ve Antakya’dan gelen çörekotlu peynir benim favorilerimdi. Diğerleri de favorileri zorladılar diyebilirim!
Hayatımda bu kadar kibrit kutusu görmedim!
Duvarlarını süsleyen, sayıca bin altı yüzü geçmiş ve birçoğunu kafenin müdavimlerinin getirdiği kibrit kutuları süslüyor duvarlarını bu ufak ve şirin mekânın. Çeşit çeşit, farklı ülkelerden, farklı markalardan, farklı insanlardan, farklı anılardan… Kafe ilk açıldığında, kibrit kutuları o kadar azmış ki! Sevgi dolu ve mekânda misafir olmaktan mutlu olmakla kalmayıp, “dekoruna bir destek de ben olayım” deyip buldukları ilginç kibrit kutularını getirenlerin mekânı olmuş sonra. Kibrit kutularını seyre dalıp, üzerlerindeki görsellere Dünya’yı gezmeniz işten bile değil…
Kadın eli değince…
Kafeyi Burcu işletiyor. İşletmekle kalmıyor, bazen mutfakta bir şeyler pişirirken, bazen bir kahvaltı tabağı hazırlarken, bazen de çayını yudumlarken kendisini görmeniz olası. Ayrıca kafenin tatlıları da ondan soruluyor. Bir mekâna kadın eli değmesi güzel bir şey! Zira Kibrit Kutusu’nun reçellerini Burcu’nun ‘kayınvalidesi’, köfteleri ise Burcu’nun ‘annesi’ yapıyor. Bir nevi kadınlar işbirliğiyle, aile işletmesi de diyebiliriz buraya…
Kartpostal isteyen kafe!
Öğreniyoruz ki sonra, kartpostal almaya da bayılıyorlarmış. “Postacı yolu gözlemek” deyimi, fabrikasyon dünyada artık neredeyse son bulmuşken ve faturadan başka bir şey getirmeyen postacıları inatla bekliyorlarmış, müdavimlerinden ve dostlarından; uzak diyarlardan kartpostal yollasın diye. Kartpostallar da kafenin güzel bir yerinde biriktiriliyor. Hem kartpostalı gönderen, tekrar geldiğinde gönderdiği kartpostalı görsün diye, hem de Kibrit Kutusu’nun kendilerine verdiği değeri anlasınlar diye herhalde… Ne güzel!
Öyle bir mekân ki, bir yanda çeşit çeşit, farklı farklı kibrit kutuları var duvarda, yan tarafa geçiyoruz bir de ne görelim! Öyle bir oda yapmışlar ki… Bir yanda nükleer santrallere karşı, yel değirmenlerinin yanında olduklarını ifade eden çeşitli çevre eylemlerinden dövizler. HES’lere karşı yeşil yumruk atılmış Kibrit Kutusu’ndan.
Diğer duvarda bir saygı kuşağı adeta. Cemal Süreyya, Edip Cansever, Turgut Uyar bir yanda; Hemen altlarında Tuncel Kurtiz ve Yılmaz Güney. Hrant Dink kaldırımda oturuyor, soluklanıyor. Kazım Koyuncu çalıyor gitarını. Che ve Fidel dimdik ayaktalar… Ahmed Arif, Leyla Erbil’e bakıyor bir yanda, Müşfik Kenter sigarasını yakıyor. İnceliklerin şairi Gülten Akın ne güzel bakmış. Ulus Baker sakince duruyor öyle. Bob Dylan da üşümüş, arkasında Volkswagen T1 minibüs, güzel mi güzel! Öyle bir duvar ki, öyle güzel fotoğraflar, öyle anlamlı ve özel insanlar. Düşünceleri, fikirleri, örnek almak istediğimiz insanlar. Farklı zamanların insanları belki, farklı kulvarların. Ama tek bir şey var ki, “Hayat”ı dolu dolu geçmiş güzel insanlar hepsi.
Son ‘yüzyılın’ en orijinal tuvaleti
Mekânda şaşırmaya devam ediyoruz. Öyle ilginç bir yapısı var ki, her gün fotoğraf çekseniz her gün farklı bir dekora bürünüyor. Bazen ışığıyla, bazen yeni eklenen bir kibrit kutusuyla, yeni eklenen çerçeve fotoğrafla, eylemden getirilmiş dövizle, bir çiçekle belki bir figürle… Bir de Okuma Salonu var ki, giren herkes şaşırıyor. E tabi biz de… Bir giriyoruz, 7 numaralı Manchester United efsanesi, George Best kırmızı dolabın üzerinde karşılıyor bizi. O da ne, tuvalette kitaplık mı olur? E olmuş işte… Bir de gelen misafirler, notlarını paylaşmış. Kimi zaman sevdiklerine, kimi zaman ailelerine, kimi zaman arkadaşlarına, kimi zaman ayrıldıklarına, kimi zaman kendilerine, kimi zaman o hafta yüzde yüzlük golü kaçıran tuttuğu takımın forvetine. Şaka bir yana ama bu tuvalet, pardon ‘okuma odası’ son yüzyılın en orijinal yeri dostum!
Neyse, menü geliyor masaya. Açıyoruz, Orhan Veli şiiri karşılıyor bizi. Ne yiyelim diye sormadan öğreniyoruz ki, doğaya karşı oldukça hassaslar. Plastik şişe kullanmayıp, camın sağlık olduğunu düşünüyorlar. Soruyoruz, ne yiyelim diye; kahvaltı var diyorlar. Kahvaltı tabağında kullandığımız kahvaltılıkları yöresinden getirmeye çalışıyoruz diye ekliyorlar. Cezbediyor. Peki, daha ana yemek ne yesek diye bakıyoruz, nefis anneanne köftesiyle karşılaşıyoruz. Anne yahut anneanne eli değmiş köfte de, bizim gibi öğrenciler için ne nefis bir şey! Özlem gidermek, ev yemeklerine…
Rumeli’den bi’ lezzet: Kaymakçina!
Yemeğimizi yiyoruz. Çay istiyoruz iki tane. Bir de meşhur rumeli tatlısı kaymakçina istiyoruz. Çok geçmeden, taze demlenmiş nefis iki bardak çay ve kaymakçinalarımız geliyor cevizle servis edilmiş. Nedir bu kaymakçina diyoruz, hemen anlatıyorlar: “Bir Rumeli tatlısı. Krem karamelin esasen atası. Fakat karamelin altındaki sütlü kısmının yumurta formülü esasen biraz daha yoğun fakat biz biraz daha hafif yapıyoruz.” Teşekkür ediyoruz, “Afiyet olsun” diye ekleyip çekiliyorlar. Nefis tatlılarımızı da yedikten sonra kalkma vakti artık. Ama sıcacık sobanın yanında, çaylarımızın son yudumlarını çekerken üzülüyoruz. Fakat böyle bir mekânla tanışmanın mutluluğu ve tekrar gelebilecek olmak ve huzur dolu olmak rahatlatıyor içimizi. Tam çıkarken Aziz Nesin gülümsüyor duvardaki takvimiyle. “Hoşça kalın” diyoruz, hem Aziz Dede’ye, hem de Kibrit Kutusu’na…
Recep Çimen, 12 Şubat 2014, MyNet (http://kadin.mynet.com/yasam/hayata-dair/22527-kibrit-kutusu-3-yasinda.html)